Türk halk ozanı.
Develi'li (Everek'li) Seyrani'nin doğum tarihi kesin değildir. 1800 veya 1807 yılında doğduğuna dair kayıtlar vardır. Bugün Kayseri ilinin ilçesi olan, o yıllarda Everek adıyla bilinen Develi'de doğmuştur. Asıl adı Mehmet'tir.
15 Aralık 2012 Cumartesi
DEDE KORKUT
Dede Korkutun 570-632
yılları arasında, Hz. Muhammed (S.A.V) zamanında yaşadığı rivayet edilmiştir.
Oğuzların Kayı veya Bayat boylarından geldiği, hem geçmişten ve hem de
gelecekten haber veren, "kerem sahibi bir evliya" olduğu rivayet edilmektedir.
"Ozanların Piri" veya "Ozanların Başı" olarak da bilinen Dede Korkutun,
Peygamberimizin hayır duasını aldığı ve Oğuzlara İslâm dinini öğrettiği de bu
rivayetlerle günümüze kadar ulaşmıştır.
Dede
Korkut, tüm Türk kavimlerinin atasıdır ve dâhisidir. Türk destanlarında ve halk
hikâyelerinde, Dede Korkut adına ve onun mucizevî sözlerine rastlamak her zaman
mümkündür. Türk hükümdarlarının akıl hocası ve veziri olduğu bilinen Dede
Korkut, bütün Türklüğün yegâne temsilcilerinden ve bugün de yaşatılmaya
çalışılan atalarındandır.
Destan
özellikli pek çok halk kahramanının mücadeleleri anlatılan Dede Korkut
hikâyelerinde; güzel ve hikmetli sözler, Türklerin tarihine ait rivayetler, han
ve beyler hakkında methiyeler, Türk töresine ait pek çok konular işlenerek,
iyilere övgü kötülere eleştiri vardır.
"Dede
Korkut Kitabında (Dede Korkut ala Lisan-i Taife-i Oğuz han Oğuzların Diliyle
Dede Korkut Kitabı) 12 destan özellikli hikâye yer alır ve bu kitap, İslâm
öncesi ve sonrasında Türklerin yaşayışını, dilini, tarihini, edebiyatını ve
kültürünü içerir. Akıcı ve halkın kullandığı Türkçe ile yazılmış olan bu kitap;
gerçek bir şaheserdir. Kitapta, "Dede" ve "Ata" olarak geçen ve "Korkut Ata"
olarak da bilinen Dede Korkut, Türkmen, Kazak, Özbek ve Kara kalpak boyları
arasında bu adlarla bilinmektedir. Türk dünyasının bilge atası olan Dede Korkut
ve onun hikâyelerinde; Türk toplumunun savaşları ve barışları ile birlikte, aile
ve eğitim yapısıyla üstün ahlâk ve karakter sağlamlığına dikkati çeker. Türk
milletiyle özdeşleşmiş olan doğruluk, sözünde durmak, mukaddes değerler uğruna
ölmek gibi çeşitli karekterler, hikâyelerin ana temasıdır. Dede Korkut
hikâyelerindeki tüm kahramanların aile, cemaat ve insan sevgisini ön planda
tutması, millet olarak ahlâk ve yaşam anlayışımızı göstermesi bakımından
önemlidir. Kahramanların çoğu gençtir ve mutlaka bir yiğitlik gösterdikten sonra
ad verilir. Pek çoğumuz biliriz, Dirse Han oğlu bir boğayı öldürünce Dede Korkut
o gencin adını "Boğaç" koyar ve onu şan, şeref, mal ve rütbe ile ödüllendirir.
Dikkat edilirse, hikâyelerde, gençliğe son derece önem verilmekte, onların,
ailesine, milletine ve devletine bağlı, cesur ve çalışkan olmalarına işaret
edilmektedir. Savaş, av, toy vb. eğlencelere Hz. Peygambere salavat getirilerek
başlanması da Türk Kavimleri'nin dinî yönden şuurlu olduğunu ve devlet millet
birliğinin sağlam temellere dayandığını göstermektedir.
Dede
Korkut hikâyelerinde özellikle göçebe Oğuz Türkleri'nin tabiat şartlarına karşı
dirençleri, düşmanlarına karşı sürekli üstünlüğü ve birlik şuurundan doğan
kuvvetlilikleri dikkati çeker. Korkut Ata olarak saygı gören Dede Korkutun
hikâyeleri yaşlı ve bilginlere büyük değer verildiğini de göstermesi açısından,
son derece önemlidir. Allah, doğum, din ve ölüm düşüncesi, hayatin her anında
kendisini gösterir. Bugün Dede Korkut ve onun hikâyelerinden ve destanlarımızdan
alacağımız önemli dersler vardır. Fertler arasında saygı, sevgi, karşılıklı
hoşgörü ve mertlik bunların başında gelmektedir. Dede Korkut aslında büyük bir
vatanseverdir ve milletinin sonsuza dek güçlü ve mutlu yaşamasını gerçekleştirme
mücadelesi içindedir. Hikâyelerindeki örnek şahsiyetler olan Bayındır Han, Kazan
Han, Bamsı Beyrek, Boğaç Han, Selcen Hatun, Seğrek ve diğerleri toplumda olması
gereken ideal insan karakterlerini temsil ederler. Bu insanlar, milleti ve
vatanı için ölümü göze alan ve tüm zorlukların üstesinden gelebilen
kahramanlardır.
Dede
Korkut, bütün Türk kavimlerinin fert fert kahraman olmasını arzu etmiş olmalı
ki, hikâyelerinde zayıflığa, çaresizliğe ve ümitsizliğe yer vermemiştir.
Rivayetlere göre Onun ölümü bile evliyalığını, bilge kişiliğini göstermektedir:
Çeşitli Türk boylarının kanaatine göre o, rüyasında mezarının hazırlandığını
görmüş ve gittiği her yerde öleceği ona rüyasında bildirilmiştir. Seyhun
Irmağı'nın Aral Gölü'ne döküldüğü yerin yakınlarında, ırmağın üzerine hırkasını
sererek orada ruhunu Allah'a teslim etmiştir. Bugün pek çok yerde onun mezarının
olduğu söylenmektedir. Tıpkı Yunus Emre ve Karaca oğlan gibi milletimiz, onun
mezarına da sahip çıkarak kahramanlarını kendi içinde görmek istemektedir.
Türk ve
dünya edebiyatının şaheserleri arasına giren ve çeşitli tarihî filmlere de konu
olan Dede Korkut Hikâyeleri, insani ve yaşadığı dünyayı tüm özellikleriyle ele
almıştır.
-Dirse
Han Oğlu Boğaç Han
-Salur Kazanın Evinin Yağmalanması
-Kam Büre Beg Oğlu Bamsi Beyrek
-Kazan Beg Oğlu Uraz Beg'in Tutsak Olması
-Duha Koca Oğlu Deli Dumrul
-Kanlı Koca Oğlu Kan Turali
-Kadılık Koca Oğlu Yegenek
-Basatın Tepegöz'ü Öldürmesi
-Begel Oğlu Emren
-Usun Koca Oğlu Seğrek
-Salur Kazanın Tutsak Olması
-Dış Oğuz'un iç Oguz'a İsyanı
-Salur Kazanın Evinin Yağmalanması
-Kam Büre Beg Oğlu Bamsi Beyrek
-Kazan Beg Oğlu Uraz Beg'in Tutsak Olması
-Duha Koca Oğlu Deli Dumrul
-Kanlı Koca Oğlu Kan Turali
-Kadılık Koca Oğlu Yegenek
-Basatın Tepegöz'ü Öldürmesi
-Begel Oğlu Emren
-Usun Koca Oğlu Seğrek
-Salur Kazanın Tutsak Olması
-Dış Oğuz'un iç Oguz'a İsyanı
Dede
Korkutun hayatı ve onun hikâyeleri, geçmişten geleceğe uzanan mücadelede
varlığımızın, birliğimizin ve dirliğimizin ne kadar önemli olduğunu ortaya
koymakta, kahramanlık ruhumuzu coşkun bir üslupla dile getirmekte ve geleceğe
ümit ve sevgiyle bakmamızı sağlamaktadır.
12 Aralık 2012 Çarşamba
Dava adamı
HevayI, Hüdâ’ya feda et ki, dava adamı olasın!
Dava adamı, davasına inanan, davasını anlayan, davasını kendi hayatında fiilen yaşayan ve gücü nispetinde davasını başkalarına anlatan itikat ve amel sahibi kimsedir.
Pratik hayatı, inandığı ve savunduğu dava ile çelişen ve çatışan bir kimse, dava adamı olamaz.
Rabbimiz, dava adamından kendi davasını nefsinde hakim kılmasını istemekle birlikte, davasını kendi hayatına hakim kılamamış, “dava adamı taslağı”nı akılsızlıkla, ahmaklıkla vasıflandırmıştır.
“Siz insanlara iyiliği emreder de, kendi nefsinizi unutur musunuz?” (Bakara, 44)
İyiliğe davet edip de iyilikten kaçmak, iyilik yolunda olanlara karşı çıkmak, sadece dava adamlarında değil, bizzat davasının kendisinde şek ve şüphe afetlerinin belirmesine sebep olur. Zaten umumi efkarı karıştıran, kalpleri şüpheye düşüren de budur. Zira halk, bir kimseden güzel bir söz işitir de çirkin fiiller müşahede ederse, söz ile iş arasındaki bu ayrılıktan tereddüte kapılarak itikadın ruhlarında alevlendirdiği meşaleler söner. İmanın kalplere serptiği nurlar kaybolur.
Söz ne kadar heyecanlı, ne kadar canip ve ebedi olursa olsun, inanan bir kalpten gelmedikçe sönüklükten kurtulamaz, ölüdür. Muhatabına tesir edemez. Bir insan, ağzından çıkan sözün canlı bir tercümanı, konuştuğunun müşahhas bir numunesi olmadıkça, söylendiğinin hakiki bir temsilcisi olamaz. Bir kimseye itimat eden de bulunmaz. Ancak bu hallerden kurtulup, içi ile dışı bir olduğu takdirde, sözler parlak, kelimeler cazip olmasa da, halkın imanı ve güveni temin edilebilir.
Zira o zaman kelimeler kuvvetini nağmelerden değil, bizzat hakikatten alır. Sözün güzelliği parlaklığında değil, sadakatinden ötürüdür.
Bu nedenle diyoruz ki, dava adamı, kendi davasının canlı tercümanıdır. Dava adamı, bir tarafta hayat havuzuna şeriat suyunu akıtırken, öbür tarafta havuzun çatlaklarından su kaçıran hırsız değildir. Aksine dava adamı, kendi davasını insanlara kabul ettirmek için bizzat amelini şahit gösteren cengaverdir.
Şu bir hakikattir ki, bin kişi hakkında bir kişinin yaptığı iş, bir kişi hakkında bin kişinin söylediği sözden daha etkilidir. Bundan ötürüdür ki, dava adamı kal’den ziyade hâle önem veren ve ilahi teklifleri yaşama konusunda takvayı şekvaya tercih eden bir şahsiyetin sahibi olmuştur.
Davanın iktidarı, dava adamının fedakarlığı ile doğru orantılıdır
Davası uğrunda fedakarlık göstermeyen bir kimsenin, kendi davasının iktidarı konusunda ümitvar olması, safi bir aldanıştan ibarettir.
Dava adamı, Allah yolunda cihad etmekten usanan değil, şehadet sevdasına susayan kimsedir.
Dava adamı hevanın değil, Hüda’nın savaşçısıdır. Dava adamı kendi hayatını Rasulullah (s.a.v.)’ın getirdiği nizama tabi kılmaya çalışan fedaidir. Kişi hevasını şeriatı Garra’ya tabi kılmadığı müddetçe dava adamı olamaz. Çünkü bu ölçü Rasul’ün (s.a.v.) koyduğu bir ölçüdür.
Efendimiz (s.a.v.), İmam-ı Nevevi’nin Kitabül Erbain’inde geçtiği gibi şöyle buyurur:
“Sizden birisi kendi hevasını benim getirdiğim şeriata tabi kılmadıkça mümin olamaz.” Bunun için diyoruz ki, dava adamı, hevayı Hüda’ya feda eden kimsedir.”
Dava adamı, vahiy ile dirilen, zikrullah ile mutmain olan, davet ile davasını tanıtan, tebliğ ile insanlara ulaşan, harp ile düşmanlarını avutan, hablullah ile tefrikadan kurtulan, çile ile inancının bedelini ödeyen, cihad ile afaki ile enfusi düşmana karşı dikilen teslimiyet ile davasını, damgasını zamana ve çağa vuran.. ve salih amelleriyle yürüyen, yeryüzünde dolaşan şehiddir. Allah Teala’ya verdiği ahdi değiştirmeyen hakikat şahididir.
“Mü’minlerden öyle erler vardır ki, Allah (c.c.)’a verdikleri sözde sadakat ettiler, kimi adağını ödedi, kimi de şehit olmayı bekliyor. Onlar asla verdikleri sözü değiştirmediler.” (Ahzap, 23)
Dava adamı, davası uğrunda yaşamayı ve ölmeyi bilen ve başaran kimsedir. Davası uğrunda yaşamayı ve ölmeyi göze almanın derdini dert edinen kimsedir. Bundan ötürüdür ki, dava, dava adamının sağlık ve varlık sebebi olmuştur.
Davanın hayat bekçisi
Dava, dava adamının varlık ve sağlık sebebi ise, dava adamı da davanın hayat bekçisidir.
Dava adamı, müstekbirler ordusunun şiddet ve baskıları karşısında kendi davasını eti ve kanıyla besleyen, kalbi Allah korkusuyla titreyen, Allah’ın ayetleriyle imanını kuvvetlendiren firaset sahibidir.
“Gerçek mü’minler yalnız o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri korkarak ürperir, onlara Allah’ın ayetleri okunduğu zaman, onların imanlarını artırır. Onlar yalnız Rablerine güvenip dayanırlar.” (Enfal, 2)
Dava adamı; kendi davasının özelliklerini gösteren bir rahmet aynasıdır. Başka bir ifadeyle dava adamı;
İslam’ın hükümlerini hayatıyla tercüme eden, bir numunei hasenedir.
Tevhidin bekçisi, vahyin fikir işçisi, sevgi ve muhabbetin kurumayan çeşmesidir.
Dava adamı, hayatın her cephesinde İslam’ın metodunu uygulayarak insanları Allah (c.c.)’a kul olmaya davet edendir. Gaye, Rabbe kul olmaktır. Sadece O’na ibadet etmektir.
Davranışta, insani ilişkilerde, fikirde, kanunda, yönetimde kısaca hayatın bütün yönlerinde Allah (c.c.)’a kul olmak… İşte dava bu, dava adamı da bunu uygulayandır. Bu da kolay olmayacaktır. Hevayı Hüda’ya feda etmekle bunu başarabiliriz.
Kaynaklar:
- Fizilal-il Kuran, Seyyid Kutub.
- Nebevi Metod, S. Mehmet Nuh.
- Musa Çelik, İhtilaf Ahlakı.
Dava adamı, davasına inanan, davasını anlayan, davasını kendi hayatında fiilen yaşayan ve gücü nispetinde davasını başkalarına anlatan itikat ve amel sahibi kimsedir.
Pratik hayatı, inandığı ve savunduğu dava ile çelişen ve çatışan bir kimse, dava adamı olamaz.
Rabbimiz, dava adamından kendi davasını nefsinde hakim kılmasını istemekle birlikte, davasını kendi hayatına hakim kılamamış, “dava adamı taslağı”nı akılsızlıkla, ahmaklıkla vasıflandırmıştır.
“Siz insanlara iyiliği emreder de, kendi nefsinizi unutur musunuz?” (Bakara, 44)
İyiliğe davet edip de iyilikten kaçmak, iyilik yolunda olanlara karşı çıkmak, sadece dava adamlarında değil, bizzat davasının kendisinde şek ve şüphe afetlerinin belirmesine sebep olur. Zaten umumi efkarı karıştıran, kalpleri şüpheye düşüren de budur. Zira halk, bir kimseden güzel bir söz işitir de çirkin fiiller müşahede ederse, söz ile iş arasındaki bu ayrılıktan tereddüte kapılarak itikadın ruhlarında alevlendirdiği meşaleler söner. İmanın kalplere serptiği nurlar kaybolur.
Söz ne kadar heyecanlı, ne kadar canip ve ebedi olursa olsun, inanan bir kalpten gelmedikçe sönüklükten kurtulamaz, ölüdür. Muhatabına tesir edemez. Bir insan, ağzından çıkan sözün canlı bir tercümanı, konuştuğunun müşahhas bir numunesi olmadıkça, söylendiğinin hakiki bir temsilcisi olamaz. Bir kimseye itimat eden de bulunmaz. Ancak bu hallerden kurtulup, içi ile dışı bir olduğu takdirde, sözler parlak, kelimeler cazip olmasa da, halkın imanı ve güveni temin edilebilir.
Zira o zaman kelimeler kuvvetini nağmelerden değil, bizzat hakikatten alır. Sözün güzelliği parlaklığında değil, sadakatinden ötürüdür.
Bu nedenle diyoruz ki, dava adamı, kendi davasının canlı tercümanıdır. Dava adamı, bir tarafta hayat havuzuna şeriat suyunu akıtırken, öbür tarafta havuzun çatlaklarından su kaçıran hırsız değildir. Aksine dava adamı, kendi davasını insanlara kabul ettirmek için bizzat amelini şahit gösteren cengaverdir.
Şu bir hakikattir ki, bin kişi hakkında bir kişinin yaptığı iş, bir kişi hakkında bin kişinin söylediği sözden daha etkilidir. Bundan ötürüdür ki, dava adamı kal’den ziyade hâle önem veren ve ilahi teklifleri yaşama konusunda takvayı şekvaya tercih eden bir şahsiyetin sahibi olmuştur.
Davanın iktidarı, dava adamının fedakarlığı ile doğru orantılıdır
Davası uğrunda fedakarlık göstermeyen bir kimsenin, kendi davasının iktidarı konusunda ümitvar olması, safi bir aldanıştan ibarettir.
Dava adamı, Allah yolunda cihad etmekten usanan değil, şehadet sevdasına susayan kimsedir.
Dava adamı hevanın değil, Hüda’nın savaşçısıdır. Dava adamı kendi hayatını Rasulullah (s.a.v.)’ın getirdiği nizama tabi kılmaya çalışan fedaidir. Kişi hevasını şeriatı Garra’ya tabi kılmadığı müddetçe dava adamı olamaz. Çünkü bu ölçü Rasul’ün (s.a.v.) koyduğu bir ölçüdür.
Efendimiz (s.a.v.), İmam-ı Nevevi’nin Kitabül Erbain’inde geçtiği gibi şöyle buyurur:
“Sizden birisi kendi hevasını benim getirdiğim şeriata tabi kılmadıkça mümin olamaz.” Bunun için diyoruz ki, dava adamı, hevayı Hüda’ya feda eden kimsedir.”
Dava adamı, vahiy ile dirilen, zikrullah ile mutmain olan, davet ile davasını tanıtan, tebliğ ile insanlara ulaşan, harp ile düşmanlarını avutan, hablullah ile tefrikadan kurtulan, çile ile inancının bedelini ödeyen, cihad ile afaki ile enfusi düşmana karşı dikilen teslimiyet ile davasını, damgasını zamana ve çağa vuran.. ve salih amelleriyle yürüyen, yeryüzünde dolaşan şehiddir. Allah Teala’ya verdiği ahdi değiştirmeyen hakikat şahididir.
“Mü’minlerden öyle erler vardır ki, Allah (c.c.)’a verdikleri sözde sadakat ettiler, kimi adağını ödedi, kimi de şehit olmayı bekliyor. Onlar asla verdikleri sözü değiştirmediler.” (Ahzap, 23)
Dava adamı, davası uğrunda yaşamayı ve ölmeyi bilen ve başaran kimsedir. Davası uğrunda yaşamayı ve ölmeyi göze almanın derdini dert edinen kimsedir. Bundan ötürüdür ki, dava, dava adamının sağlık ve varlık sebebi olmuştur.
Davanın hayat bekçisi
Dava, dava adamının varlık ve sağlık sebebi ise, dava adamı da davanın hayat bekçisidir.
Dava adamı, müstekbirler ordusunun şiddet ve baskıları karşısında kendi davasını eti ve kanıyla besleyen, kalbi Allah korkusuyla titreyen, Allah’ın ayetleriyle imanını kuvvetlendiren firaset sahibidir.
“Gerçek mü’minler yalnız o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri korkarak ürperir, onlara Allah’ın ayetleri okunduğu zaman, onların imanlarını artırır. Onlar yalnız Rablerine güvenip dayanırlar.” (Enfal, 2)
Dava adamı; kendi davasının özelliklerini gösteren bir rahmet aynasıdır. Başka bir ifadeyle dava adamı;
İslam’ın hükümlerini hayatıyla tercüme eden, bir numunei hasenedir.
Tevhidin bekçisi, vahyin fikir işçisi, sevgi ve muhabbetin kurumayan çeşmesidir.
Dava adamı, hayatın her cephesinde İslam’ın metodunu uygulayarak insanları Allah (c.c.)’a kul olmaya davet edendir. Gaye, Rabbe kul olmaktır. Sadece O’na ibadet etmektir.
Davranışta, insani ilişkilerde, fikirde, kanunda, yönetimde kısaca hayatın bütün yönlerinde Allah (c.c.)’a kul olmak… İşte dava bu, dava adamı da bunu uygulayandır. Bu da kolay olmayacaktır. Hevayı Hüda’ya feda etmekle bunu başarabiliriz.
Kaynaklar:
- Fizilal-il Kuran, Seyyid Kutub.
- Nebevi Metod, S. Mehmet Nuh.
- Musa Çelik, İhtilaf Ahlakı.
HOCA AHMET YESEVİ
Türkistan'da yetişen büyük velilerdendir. Adı Ahmet bin İbrahim bin İlyas Yesevi olup, Piri Sultan, Hoca Ahmet, Kul Hace Ahmet diyede tanınır. Babası Hace İbrahim'in nesebi Hz. Alinin oğlu Muhammet bin Hanefi'ye dayanır. Hicri 5. asrın ortalarında doğduğu tahmin edilmektedir. çok küçük yaşta babasını, 7 yaşındada annesini kaybetmiştir. Yesi şehrinde ilim ve terbiye tahsiletmiştir. Bundan dolayı YESEVİ nisbetiyle şöhret bulduğu kabul edilmiştir. Yesi'de, önce Arslan Baba Hazretlerinden ders aldı. Arslan Baba'nın vefatıyla Buhara'ya gitti. Orada Ehli Sünnet alimlerinden Yusuf Hamedaniye bağlandı ve manevi ilimleri tahsil etti. İnsanlara doğru yolu göstermek için ondan icazet (diploma) aldı.
Buhara bu tarihlerde Karahanlıların hakimiyeti altındaydı ve devrin en büyük ilim merkezlerinden biriydi. Dünyanın çeşitli yerlerinden talebeler buraya gelip ilim tahsil ediyorlardı. Buhara'da güçlü bir Hanefi Fıkıh geleneği mevcuttu. Hoca Buhara'da bir müddet ders verdi. Daha sonra bu vazifeyi başkasına devredip Yesi'ye döndü ve burada talebe yetiştirmeye başladı. Büyüklüğü ve şöhreti kısa zamanda Maveraünnehir, Horasan ve Harzem dolaylarına yayıldı. Zamanın en büyük ve üstün evliyelarından oldu. Zahiri ve batını bütün ilimlerde derin alim olan Hazretleri, Hızır Aleyhisselam ile görüşür sohbet ederdi. Günün büyük bölümünü ibadet ve zikir ile geçirirdi. Zamanında arta kalan diğer bir kısmında, talebelerine zahiri ve batını ilimleri öğretir, günün kısa bir bölümünde ise, alınteri ile geçimini sağlamak üzere, tahta kaşık ve kepçe yapıp bunları satardı.
Hazretleri yetiştirdiği talebelerinin her birini bir memlekete göndermek suretiyle İslamiyetin doğru olarak öğretilip yayılmasını sağladı. Onun bu şekilde gönderdiği talebelerinden bir kısmı da Anadoluya geldiler. Bu vesileyle onun yolu Anadoluda yayılıp tanındı. Anadolunun Müslüman Türklere yurt olması, onun manevi işaretiyle hazırlandı. Talebelerinin gayretiyle Anadolu ebediyyen Türk yurdu oldu.
Hazretlerinin en önemli özelliği, Arapça ve Farsça bilmesine rağmen çok sade bir Türkçe ile Hikmet denilen eğitici sözleri, Türkistan Türkleri üzerinde büyük izleri bırakmış olmasıdır. Bu hikmetli sözlerde şeriat erkanını ve tarikat adaplarını anlatmıştır. Yesevi Ocağı aynı zamanda bir tarikattır. Önemli ve büyük tarikatlardan Nakşilik ve Bektaşilik, Yeseviliğin kollarıdır. Yeseviliğin, adapları müridlerin uyması gerekli hususlar ve ahkamları vardır. Yesevi dergahı, fakirler, yoksullar, yetim ve çaresizler için bir sığınak yeriydi. Bu dergahlar aynı zamanda, tekke edebiyatının ilk temsil edildiği yerler olmuştur. Hazretleri tekke edebiyatının ilk temsilcisidir. Bu vesileyle Anadoludaki Türk edebiyatının yeşerip gelişmesine zemin hazırlamış, Yunus Emre gibi büyük şairlerin yetişmesine sebep olmuştur. Bu şekilde yetiştirdiği talebelerinden tayin ettiği halifeleri şunlardır;
Mansur Ata, Abdulmelik Ata, Süleyman Hakim Ata (Bu Türkler arasında en meşhur halifesidir) Muhammed Danişmend, Muhammed Buhari (Sarı Saltuk) Zengi Ata, Tac Ata v.b. Bu halifelerinin yetiştirdiği birçok talebe ki; Ahi Evran, Hacı Bektaş, Mevlana, Taptuk Emre, Yunus Emre gibi talebeler Anadoluda, Hazretlerinin çizdiği yolda ilerlemişler ve Türk dilini, edebiyatını, kültürünü özellikle İslam dinini doğru olarak gelecek nesillere aktarmışlardır. Sade bir Türkçe ile Halkın anlayacağı, sohbet tarzındakiHikmet adlı şiirleri, Çin'den, Marmara sahillerine kadar yayılıp, Türk Milletine manevi ışık olmuştur. Hazretleri Hicri 590 (1194) de Yesi şehrinde vefat etmiştir. Kabri üzerine türbe, 200 yıl sonra, Timur Han tarafından inşa edilmiştir.
"Kafir bile olsan, hiç kimsenin kalbini kırma. Çünkü kalbi kırmak Allah'ü Teala'yı kırmaktır. Gönlü kırık zavallı garip birini görsen, yarasına merhem koy, yoldaşı ve yardımcısı ol."
Buhara bu tarihlerde Karahanlıların hakimiyeti altındaydı ve devrin en büyük ilim merkezlerinden biriydi. Dünyanın çeşitli yerlerinden talebeler buraya gelip ilim tahsil ediyorlardı. Buhara'da güçlü bir Hanefi Fıkıh geleneği mevcuttu. Hoca Buhara'da bir müddet ders verdi. Daha sonra bu vazifeyi başkasına devredip Yesi'ye döndü ve burada talebe yetiştirmeye başladı. Büyüklüğü ve şöhreti kısa zamanda Maveraünnehir, Horasan ve Harzem dolaylarına yayıldı. Zamanın en büyük ve üstün evliyelarından oldu. Zahiri ve batını bütün ilimlerde derin alim olan Hazretleri, Hızır Aleyhisselam ile görüşür sohbet ederdi. Günün büyük bölümünü ibadet ve zikir ile geçirirdi. Zamanında arta kalan diğer bir kısmında, talebelerine zahiri ve batını ilimleri öğretir, günün kısa bir bölümünde ise, alınteri ile geçimini sağlamak üzere, tahta kaşık ve kepçe yapıp bunları satardı.
Hazretleri yetiştirdiği talebelerinin her birini bir memlekete göndermek suretiyle İslamiyetin doğru olarak öğretilip yayılmasını sağladı. Onun bu şekilde gönderdiği talebelerinden bir kısmı da Anadoluya geldiler. Bu vesileyle onun yolu Anadoluda yayılıp tanındı. Anadolunun Müslüman Türklere yurt olması, onun manevi işaretiyle hazırlandı. Talebelerinin gayretiyle Anadolu ebediyyen Türk yurdu oldu.
Hazretlerinin en önemli özelliği, Arapça ve Farsça bilmesine rağmen çok sade bir Türkçe ile Hikmet denilen eğitici sözleri, Türkistan Türkleri üzerinde büyük izleri bırakmış olmasıdır. Bu hikmetli sözlerde şeriat erkanını ve tarikat adaplarını anlatmıştır. Yesevi Ocağı aynı zamanda bir tarikattır. Önemli ve büyük tarikatlardan Nakşilik ve Bektaşilik, Yeseviliğin kollarıdır. Yeseviliğin, adapları müridlerin uyması gerekli hususlar ve ahkamları vardır. Yesevi dergahı, fakirler, yoksullar, yetim ve çaresizler için bir sığınak yeriydi. Bu dergahlar aynı zamanda, tekke edebiyatının ilk temsil edildiği yerler olmuştur. Hazretleri tekke edebiyatının ilk temsilcisidir. Bu vesileyle Anadoludaki Türk edebiyatının yeşerip gelişmesine zemin hazırlamış, Yunus Emre gibi büyük şairlerin yetişmesine sebep olmuştur. Bu şekilde yetiştirdiği talebelerinden tayin ettiği halifeleri şunlardır;
Mansur Ata, Abdulmelik Ata, Süleyman Hakim Ata (Bu Türkler arasında en meşhur halifesidir) Muhammed Danişmend, Muhammed Buhari (Sarı Saltuk) Zengi Ata, Tac Ata v.b. Bu halifelerinin yetiştirdiği birçok talebe ki; Ahi Evran, Hacı Bektaş, Mevlana, Taptuk Emre, Yunus Emre gibi talebeler Anadoluda, Hazretlerinin çizdiği yolda ilerlemişler ve Türk dilini, edebiyatını, kültürünü özellikle İslam dinini doğru olarak gelecek nesillere aktarmışlardır. Sade bir Türkçe ile Halkın anlayacağı, sohbet tarzındakiHikmet adlı şiirleri, Çin'den, Marmara sahillerine kadar yayılıp, Türk Milletine manevi ışık olmuştur. Hazretleri Hicri 590 (1194) de Yesi şehrinde vefat etmiştir. Kabri üzerine türbe, 200 yıl sonra, Timur Han tarafından inşa edilmiştir.
"Kafir bile olsan, hiç kimsenin kalbini kırma. Çünkü kalbi kırmak Allah'ü Teala'yı kırmaktır. Gönlü kırık zavallı garip birini görsen, yarasına merhem koy, yoldaşı ve yardımcısı ol."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)